Gide Gide Bir Söğüde Dayandım Sözleri ve Hikayesi

Gide Gide Bir Söğüde Dayandım türküsünün sözleri ve eser bilgilerini okuyabilirsiniz.

Gide Gide Bir Söğüde Dayandım 275

Gide gide bir söğüde dayandım dayandım
O söğüdün allarına boyandım gelin boyandım
Ben o yare dağlar kadar güvendim güvendim
Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi

Ölem ben ölem ben
Kurban olam ağzındaki
Dile ben gelin dile ben

Yüce dağlar size var mı zararım zararım
Yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım
Ben o yari her gelenden sorarım sorarım
Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi

Ölem ben ölem ben
Kurban olam ağzındaki
Dile ben gelin dile ben

Yüce dağ başına çadır açarım açarım
Çadırın içine güller saçarım gelin saçarım
Ben o yari alır dağa kaçarım kaçarım
Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi

Ölem ben ölem ben
Kurban olam ağzındaki
Dile ben gelin dile ben

Sanatçı: Anonim
Gide Gide Bir Söğüde Dayandım Türküsünün Hikayesi

Habip’in Hikayesi: Ananın Yaktığı Ağıt

Mübadele yılları, insanların doğup büyüdüğü topraklardan koparıldığı, nice acıların yaşandığı bir dönemi anlatır. Ama o dönemde sadece topraklar değil, nice umutlar ve hayaller de yitip gider. Bu hikayede ise, bizleri derinden etkileyen bir başka acıya, bir ananın evlat acısına şahit olacağız. Bu hikaye, bir annenin yüreğinden kopan, dilden dile dolaşan bir ağıtın nasıl doğduğunu anlatır.

Bir gün, bir taziye evindeyiz. Kadınlar içeride, Kur'an okunuyor, dualar aminlere karışıyor. Erkekler kapının önünde gruplara ayrılmış, kimi siyaset konuşuyor, kimi ekonomi. Gençler ise futbol muhabbetine dalmış. Ama bir grup sessiz, sadece bekliyor. Sessizlikte bir derinlik, bir ağırlık var. İşte tam o sırada, bir cümle yankılanıyor: “Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın.”

Bu cümle, taziye evinin o ağır havasında, herkesin yüreğine dokunuyor. Evlat acısı, bu dünyanın en büyük, en yakıcı acısıdır. Bir evladın ölümü, tüm acıların en büyüğü, en dayanılmazıdır. İşte bu hikaye, bir ananın, oğlunun ardından yaktığı ağıtın hikayesidir.

Habip, Nevşehir Hacı Bektaş’ın Merak köyünden bir delikanlıydı. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, annesi ve kız kardeşiyle büyümüştü. Balkan Harbi patlak verdiğinde, Habip henüz çok gençti. Ama vatan sevgisi yüreğini öylesine yakıyordu ki, annesinin tüm itirazlarına rağmen cepheye gitmek istedi. “Vatan candır, vatan azizdir,” diyerek annesinden helallik aldı, ablalarını öpüp cepheye katıldı.

Habip, cephede kahramanca savaştı. Ama savaşın acımasızlığı onu da yakaladı. Şehit düştü. Haberi köyüne, annesine ve kız kardeşine çok geç ulaştı. Annesi, oğlundan uzun süre haber alamayınca, her gün onun dönmesini bekledi. Her gün kapısının önünde, oğlunun adım sesini duymak için bekledi. Ama o bekleyiş, acı bir haberle son buldu.

Habip’in şehadet haberi, annenin yüreğine bir ateş gibi düştü. Bu yangın, onun ciğerlerine doldu, nefesini kesti. Oğlunun ardından yaktığı ağıt, bu acının bir yansıması olarak gökyüzüne yükseldi. Bu ağıt, bir ananın yürekten kopan feryadıydı, ama zamanla tüm kayıp sevdaların ortak sesi haline geldi.

Habip’in annesi, oğlunun ardından yıllarca bu ağıtı söyledi. Bu türkü, o ağıtın yankısıdır:

“Bir söğüde dayandım,
Ağlarına boyandım.
Gelin boyandım…”

Bu türkü, sadece bir ananın yaktığı ağıt değil, savaşın, acının, kaybın içinden yükselen bir ağıttır. Yıllar boyu dilden dile dolaştı, nice yüreği dağladı. Herkesin yüreğinde bir iz bıraktı, çünkü bu türküde bir ananın yüreğinden kopan bir feryat vardı.

Habip’in hikayesi, bir annenin şehit evladı için yaktığı bu ağıtta yaşamaya devam ediyor. Allah, kimseye evlat acısı yaşatmasın. Ama bu türkü, o acının unutulmaz bir hatırası olarak yüreklerde kalmaya devam edecek.

Yorumlar

İlk yorumu yapın

Yorum Gönder