Bülbülüm Altın Kafeste Sözleri ve Hikayesi

Bülbülüm Altın Kafeste türküsünün sözleri ve eser bilgilerini okuyabilirsiniz.

Bülbülüm Altın Kafeste 482
Bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste
Ötme bülbül yarim hasta
Ah neyleyim şu gönlüme
Hasret kaldım sevdiğime

Ben sana dayanamam yarim
Ben sana aldanamam
Ben sana güvenemem

Bülbülleri har ağlatır
Aşıkları yar ağlatır
Ben feleğe neylemişem
Beni her seher ağlatır
Beni her sabah ağlatır

Ben sana dayanamam yarim
Ben sana aldanamam
Ben sana güvenemem
Sanatçı: Anonim
Bülbülüm Altın Kafeste Türküsünün Hikayesi

Melike ve Yusuf’un Hikayesi: Papatya Taçlı Aşk

Vakti zamanında Anadolu'nun yeşili bol, mavisi derin, insanı sıcak bir köyünde, yanakları gülden al, dili bülbülden tatlı bir genç kız yaşarmış. Adı Melike’ymiş. Melike'nin güzelliği dillere destanmış, öyle ki köyün bütün delikanlıları ona hayran olurmuş. Anası babası, bu güzelliğin cezbediciliğinden dolayı Melike’yi tek başına dışarı bırakmazmış, korkarlarmış ki biri sıkıştırır, rahatsız eder.

Bir gün, Melike teyzesiyle birlikte köyün çeşmesine su almaya gitmiş. Çeşmenin başına varınca, Melike'nin gözü birden papatyalardan yapılmış bir taça takılmış. Tacı almak için elini uzatmış ama o esnada birkaç metre ötede, bir ağacın arkasından kendisini izleyen Yusuf’u görmüş. Yusuf, o tacı oraya bırakmış, kalbi pır pır çarpıyormuş. Melike, hafifçe gülümsemiş ya da Yusuf öyle hayal etmiş. Melike, tacı alıp başına takmış.

O günden sonra, Yusuf her seferinde papatyalardan taçlar, güllerden kolyeler yapıp çeşmenin başına bırakırmış. Melike ise her defasında önce Yusuf’u ararmış gözleriyle, sonra da o hediyeleri alıp başına takarmış. Ama Melike büyümüş, evlenme çağına gelmiş. Babası, onu köyün zenginlerinden Rıza'nın oğlu Hüseyin’e vermeye karar vermiş.

Hüseyin, Melike'yi çoktan gözüne kestirmiş, ama Melike’nin gönlünün Yusuf’ta olduğunu bilirmiş. Ne var ki, Hüseyin’in aceleci tavrı aileler tarafından kabul görmemiş. “Her şeyin bir vakti var,” demiş Melike’nin babası. Melike’ye Hüseyin’i söylediklerinde, gönlü hala Yusuf’ta olduğundan, gözleri yine Yusuf’u aramış.

Bir gün yine çeşme başına, teyzesiyle su doldurmaya gitmiş Melike. Yusuf, bu sefer ağacın arkasından çıkıp gelmiş, Melike’ye doğru yürümüş. Birbirlerine öyle yaklaşmışlar ki, nefeslerini hissedecek kadar. Yusuf, Melike’nin gözlerinin içine bakmış, yanakları kızarmış. Melike, hiçbir şey diyememiş ama çeşme başındaki tacı alıp başına takmış.

Tam o sırada, Hüseyin’in bir arkadaşı çeşme başından geçiyormuş. Yusuf ile Melike’yi görmüş, olanları Hüseyin’e anlatmış. Hüseyin, bunu duyunca içini bir kıskançlık ateşi kaplamış. “Yusuf’tan daha güzel bir hediye vermeliyim,” demiş kendi kendine. Ama Hüseyin ne bilsin, Yusuf’un hediyelerini asıl güzel kılanın Yusuf’un kalbi olduğunu?

Hüseyin, altından bir kafes yaptırmış, içine sesi büyüleyici bir bülbül koymuş ve Melike’ye göndermiş. Melike, bülbülü serbest bırakmak istemiş ama anası babası “Ayıptır, kızım,” diyerek izin vermemişler. Gün gelmiş, Melike de altın kafesteki bülbül gibi, istemeye istemeye Hüseyin ile evlenmiş. Yusuf ise uzaktan, köyün tepesinden düğünü izlerken, dudaklarından bu türkü dökülmüş:

Bu türkü, Yusuf’un kalbinde sakladığı, papatya taçlı aşkın türküsü olmuş. O gün bugündür, bu türkü dilden dile dolaşır, gönülleri dağlar, sevenleri hüzünle hatırlatır.

Yorumlar

İlk yorumu yapın

Yorum Gönder