Kazdağları'nda Bir Aşk Hikayesi
Kazdağları'nın Edremit kıyısında, o yüce zirvelerde eskiden yürüyüş yolları vardı. Kovalar olurdu, yörük çadırları kurulur, yaşam burada yeşerirdi. Fakat şimdi, Kazdağları'nın bu doğal güzelliği, alışveriş merkezleri ve maden projeleri tehditi altında, paramparça olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu topraklarda yüzlerce, hatta binlerce yıllık zeytin ağaçları var ve o ağaçların gölgesinde geçimini sağlayan insanlar yaşamakta. İşte bu insanlardan biri Hasan'dır.
Hasan, Edremit'te, babasını genç yaşta kaybetmiş bir gençtir. Annesiyle birlikte, babasının ölümünden sonra dış dünya ile ilişkisini kesmiş, kendi bağı ve bostanı dışında hiçbir şeye ilgi göstermemektedir. Artık onun tek dünyası, elindeki bahçesi ve gariban annesidir.
Bir gün, Kazdağları'nın zirvesinde yaşayan Yörük kızı Emine, pazar günü obasını şehirde satıp ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra tekrar dağa dönmek üzere yola çıkar. Dağ yollarında Hasan’ın tezgahını görür ve kavun karpuz almak ister. Hasan ona en güzelinden iki karpuz verir ve sırtına yükler. Emine, “Sırtında bu yükle tırmanabilir misin?” diye sorar. Hasan, “Düz yolda çıkamadığınız yere ben sırtımda 40 okka yükle çıkarım,” der. Bu söz, ikisinin de kaderini belirleyecek bir işaret olur.
Haftalar geçer, Emine her pazar Hasan’ın tezgahına gelir, en güzel karpuzları alır ve kısa sohbetler ederler. Bu sohbetler zamanla derinleşir, iki insan arasında bir muhabbet başlar. Ancak pazarlar her zaman kurulmaz, bazen Emine ovaya iner, bazen Hasan evinden ayrılır, ama aralarındaki iletişim hiç kopmaz.
Bir gün, Hasan’ın annesi bu ilişkiyi öğrenir ve oğluna, “Ben isterdim ki kültürümüzden birisine gönlün düşsün ama sen Emine’yi seviyorsan, ona gidip istemem lazım,” der. Hasan utangaç bir şekilde “Tamam, konuşurum,” der ve Emine ile konuşur.
Emine, Hasan’ın annesinin kültüründen farklı birinin yanında yaşamanın zor olacağını düşünür ve Hasan’a, “Ben dağların zirvesindeyim, sen ovadasın, belki de bu iş buraya kadar gelmemeliydi,” der. Hasan ise bu durumu anlayamaz ve çözüme gitmek için mücadele eder. O gece Hasan, Emine’nin köyüne kadar tırmanmaya karar verir. Fakat yolda tuz çuvalıyla karşılaşır, Emine’nin ailesinin imtihanına tabi tutulur.
Emine, Hasan’a bir hafta süre verir ve Hasan tuz çuvalını sırtına alıp yola çıkar. Yolda terler ve yorulur ama durmak yoktur. Hasan’ın durumu giderek kötüleşir ve sonunda yorgunluktan çöker. Emine, Hasan’ı bırakıp yürümeye devam ederken, Hasan’ın kendisiyle ilgili söylediği “Seninle bu hale gelemem” sözlerini hatırlar.
Günler geçer, Hasan’ın kaybolduğu haberi yayılır. Emine, Hasan’ın boğulduğu söylenen Gökküvet’e gider. Hasan’ı bulma umudu içinde, buraya kadar gelir. Sonunda Hasan’ın çemberini bulur ve son bir umutla Hasan’ın ailesinin yanına döner.
Emine, Hasan’ı kaybettikten sonra, yas tutar ve uzun süre Gökküvet’te yaşadığı acıyı unutamaz. Günlerin birinde, Hasan’ın annesi ve köy halkı, Emine’yi bulur ve ona Hasan’ın boğulduğu yerin kenarında bulduğu çemberi verirler. Emine, Hasan’ın son isteğini yerine getirerek, onun anısına bu dünyadan ayrılır.
Öte tarafta, Hasan ve Emine’nin kavuştuğu, cennetin bir köşesinde birlikte olduklarına inanılır. Onların bu dünyadaki ayrılığı, cennette mutlu bir düğünle taçlandırılır. Edremit’in Gelini, kınalanan elleriyle, hurilerin çadır kurduğu cennetin ayağında, ebedi mutluluğa ulaşır.